Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald TRUMP Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Suudi yönetimince görkemli bir şekilde karşılanan Trump burada 110 milyar dolarlık bir anlaşmayı da imzaladı. Manidardır, bu ziyaretin hemen ardından Suudi Arabistan liderliğindeki Mısır, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve Libya’nın da içinde olduğu 11 Arap ülkesi Katar’la tüm diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı. Üstelik bu ülkelerden bazıları Katar’la hava ve deniz ulaşımını durdurarak ambargo da başlattılar. Yani Suudi Arabistan’ın başını çektiği 11 Müslüman ülke Müslüman Katar halkını açlığa mahkum ettiler. Gerekçe olarak ise ABD’nin açıkça söylediği ve diğer İslam ülkelerine de telkin ettiği şekli ile Katar’ın terörü finanse ederek desteklemesi ve İran’a yakınlaşması gösterildi.
Oysa Ortadoğu coğrafyasındaki sözde İslami cihatçı terör örgütlerinin tamamı, ABD-İsrail ve İngiltere gibi ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından kurdurulmuştur. Bu örgütlerin faaliyet ve örgütlenmeleri, teçhizat ve silah temini CIA ve diğer istihbarat servislerince yapılmıştır. İçinden IŞİD’i çıkaran El Kaide’yi örgütleyen ve finanse eden ABD’dir. Afganistan’da Taliban ABD’nin eseridir. Usame Bin Ladin ABD’nin çocuğudur.
ABD’nin terör örgütü Pkk’ya yıllardır verdiği destek bugün bile halen devam etmektedir. ABD’nin Pkk’nin Suriye kolu olan PYD-YPG ile aleni işbirliği Türkiye’nin itirazlarına rağmen sürmektedir. Hatta ABD, PYD-YPG terör örgütünü ’’Bölgedeki Kara kuvvetlerimiz’’ diye nitelendirmektedir. Hâl böyle iken ABD’nin terör-terörizme destek olmak ve finansörlük yapmak konusunda kirli geçmişine rağmen Katar’ı teröre destekle suçlaması tam bir kara mizah örneğidir.
Ne hazindir ki ABD’nin isteği ve çıkarları doğrultusunda birbirlerine karşı tavır koyup ambargo uygulayan bir İslam Ülkeleri gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu noktada can alıcı soru şöyle olmalıdır; Bir Müslüman ülke dünyadaki herhangi bir Hristiyan ülkeye karşı herhangi bir sebepten dolayı tavır koysa ya da ambargo uygulasa kaç tane Hristiyan ülkeyi yanında bulabilir?
ABD İslam dünyasını Şii İslam ve Sünni İslam olarak bir kez daha bölmek istiyor. Yapılmak istenen köklü devlet geleneği olan Amerikan karşıtı güçlü İran’a karşı bir Sünni İslam Ülkeleri Bloğu oluşturmaktır. Ardından da Suudi Arabistan’ın liderliğini yapacağı Sünni İslam bloğunu destekleyip İslam Ülkelerini birbiriyle çatıştırarak güçten ve çaptan düşürmek isteniyor. Nihai hedef ise küresel müdahaleler ve sömürge projeleri karşısında direnç gösteremeyen, itiraz edemeyen, birbirini yiyen edilgen bir İslam âlemidir.
Bu senaryonun yazarı ABD-İsrail, başrol ve figüran oyuncuları ise Suudi Arabistan ile Mısır, Bahreyn ve Libya gibi İslam Ülkeleridir.
ABD-İsrail-İngiltere üçlüsünün başını çektiği batılı emperyalist devletlerin Ortadoğu coğrafyasında attıkları en küçük bir adımdan en büyük plan ve politikalarına varıncaya kadar tüm faaliyetlerini belirleyen ve yön veren asıl amaçlarını doğru tespit etmekte fayda vardır. Şöyle ki;
Yahudilere Tevrat’ta vaat edildiğine inanılan ve elde edilmeye çalışılan ’’Nil’den Fırat’a kadar’’ olan kutsal topraklar.
Kuzey Afrika’dan başlayıp Asya’nın içlerine kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada İslam Ülkelerinin rejim-yönetim, harita ve sınırlarının değiştirilmesini hedefleyen BOP (Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi).
Bölgede bulunan zengin petrol ve doğalgaz rezervleri ile diğer yeraltı-yerüstü doğal kaynakları sömürme isteği.
Ortadoğu bu gerçeklerden bağımsız okunamayacak, okumaya çalışmak ise saflık olacaktır.
CIA eski Başkanı James WOOLSEY’in ’’Ortadoğu’nun elinden petrol silahını almamız gerekiyor.’’ Sözleri bir itiraf niteliğindedir. Bu sözler İslam Dünyasının elinden petrol silahını almamız gerekiyor şeklinde okunsa daha doğru olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) düzenlediği uluslararası bir toplantıda Katar ve Suudi Arabistan devlet yetkililerinin tekme tokat birbirine girerek kavga etmesi bir kez daha göstermiştir ki İslam âleminin en büyük düşmanı öncelikle kör cehâlet, mezhep taassubu ve etnik taassuptur. Sonrasında ise ABD, Siyonizm ve Haçlı zihniyetidir.
Baş kesenin de başı kesilenin de Allah-u Ekber diyerek tekbir getirmesi cehâletten başka neyle izah edilebilir ki? Öz amcasının katilini bile affedebilen bir peygamberin(sav), kurbanlık koyun gibi insan boğazlayıp baş kesen bir ümmeti olamaz elbette. Öyle ki her iki taraf da İslam adına yüce bir vazifeyi ifâ ettiğini sanmakta ve öldükten sonra ise cennete gideceğine inanmaktadır.
Sonuç olarak Ortadoğu’da Türkiye ile çok yakın ticari ve ekonomik ilişkileri olan Katar’a ambargo uygulanması aslında Türkiye’ye ambargo uygulanmasıdır. Bu yolla Türkiye kıskaca alınarak terbiye edilmek isteniyor. ABD, Katar’dan Türkiye’ye sıcak para akışını keserek Türk ekonomisini zora sokmak ve böylelikle ülkemizde siyasi ve toplumsal bir kaos çıkarmanın peşindedir. 15 Temmuz kalkışmasında gayrı meşru çocuklarıyla birlikte kaybeden ABD, farklı farklı yollar deneyerek Türkiye’deki amacına ulaşmak istiyor.
Türkiye’nin yapması gereken, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa izin vermemek, toplumdaki ayrışma ve kutuplaşmaları sona erdirmektir. Böylelikle milli birlik, beraberlik ve dayanışma duygularını güçlendirmektir.Atatürk’ün de işaret ettiği İç Cepheyi sağlam tutmak mümkünse daha da sağlamlaştırmaktır.
Çünkü ABD ve İsrail’in organize ettiği Katar krizinin görünürdeki ilk hedefi İran, görünmeyen perde arkasındaki asıl hedef ise Türkiye’dir.
ONUR ERSANÇMIŞ