Toplumları en çok etkileyen unsurlardan olan salgın hastalıkları sosyal ve ekonomik tarih çalışmaları bağlamında ele almak, yeni bir yönelim olarak görülse de esasen bir mecburiyettir. Özellikle Sanayi ve Fransız devrimleri sonrası Avrupa’da dönüşen devlet yapısı ve bu dönüşümün bir unsuru olan “sağlıklı vatandaş” düşüncesinin ortaya çıkması, kamu sağlığı uygulamalarının yaygınlaşma ve modernleşme sürecini de beraberinde getirmiştir.
Bu sürecin bir parçası olarak devletin temel vazifesi sağlıklı vatandaşlar, işçiler ve askerler yetiştirmek olmuş, bu durum devlet-toplum ilişkisinde karşılıklı çıkara dayalı bir denge kurulmasının ve gündelik hayatta hem kısa, hem de uzun vadeli bazı temel pratiklerin yer edinmesinin önünü açmıştır.
Tarım ve sanayileşmenin başlamış olan yaşam tarzı tarih boyunca salgın hastalıkların başlangıç noktası olmuştur diyebiliriz. İnsanlar ve salgın hastalıklar arasındaki ilişkinin geçmişi insanların topluluklar kurarak bir arada yaşamaya başladığı zamanlara uzanır. Bu hastalıklar çıktığı ilk zamanlardan günümüze kadar insanlık tarihini demografik, kültürel, politik, finansal ve biyolojik bir çok yönden etkiledi. Şurası kesin ki salgınların önemsiz olduğu bir dönem şimdiye kadar hiç görülmemiştir.
Hindistan da ortaya çıkan Kolera, Orta Çağ Avrupasında ki Veba insanlık tarihine derin etkiler bıraktı. Birçok virüsin ise modern insanların atalarına ilk olarak 80 milyon yıl önce bulaştığı tahmin ediliyor. Bu tahmin çok uzak bir zamanı gösterse de günümüz için doğrulanmış bir bilgidir.
Tarım ile yerleşik yaşam geçen insanlar için en büyük yeni tehtit ise sebze ve meyve kökenli virüs hastalıklarıdır. Hatta bunlar arasında en ölümcül olanı Hindistan da M.Ö. 9000 yıllarında görülen Çiçek Hastalığıdır. Yine bu dönemde Mısır da bulunan Nil Nehri deltasına yerleşen insanlar toplu yaşamın getirdiği olumsuzluklar sonucunda ilk olarak kabakulak, kızamıkçık ve çocuk felci gibi hastalıkların kökenini oluşturdular.
Osmanlı İmparatorluğu tarihinde de yukarıda saydığımız hastalıklar sıkça görüldü ancak bunlara gerekli önlemler tam zamanında alındı. Özellikle bu hastalıklar liman şehirlerinde çok fazla insanın uğrak yeri olan bölümlerde meydana gelediler. Devlet bunlara karantina uygulaması yaparak yayılmaların önüne geçmeye çalıştı. Bazı hastalıklar ise ordu içerisinde yayılım gösterdi ve savaşlarda düşmandan daha tehlikeli oldular. Özellikle Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinde ortaya çıkan Tifüs hem ordumuzda asker hemde komuta kademesinde büyük oranda kayıplara neden oldu. Hatta bu hastalık o kadar etki bıraktı ki adına Ordu Kıran bile denmeye başlandı. Kafkas Cephesinde görevli doktorlarımızdan hazıları buldukları aşıyı ilk önce kendilerinde denediler ve yüzün üzerinde doktor bu şekilde şehit oldu.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ise, uzun ve yorucu savaşlar sonucunda harabe haline gelen Anadolu’da salgın hastalıklar adeta kol geziyordu. Tabi bunun yanı sıra yaşanan doktor sıkıntısı da mevcuttur. Anadolu halkı büyük bir sefalet içerisinde hastane ve ilaca ulaşamıyordu. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte halk sağlığı hizmetlerine yoğun önem verildi. Erken Cumhuriyet Dönemi olarak adlandırılabilecek olan 1923-1930 yılları arasında sağlık alanındaki mesainin tamamı salgın hastalıklarla mücadele için sarf edildi.
Bu dönemde en yoğun görülen hastalıklar; sıtma, frengi, çiçek, kızıl, trahom, difteri ve verem idi. Ülkenin orta ve kuzey kesimlerinde frengi, güneyinde trahom tamamında ise sıtma hastalığı görülüyordu. 1923-1930 döneminde bulaşıcı hastalıklarla mücadele edebilmek için heyetler kuruldu. Bölgelerden gelen salgın ihbarları dikkate alınarak hastalığın görüldüğü yerlere ilaç, aşı, serum ve doktor gönderildi. Mücadelede önemli yeri olan aşıların üretimi devlet eliyle yapıldı. Türkiye’de üretilemeyen ilaçlar ise yurtdışından ithal edildi. 1930 yılında saha çalışmalarından elde edilen tecrübeler doğrultusunda Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarıldı. Bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadele bu düzenlemeyle yasal zemine oturtuldu.
Günümüzde ise küresel düzeyde büyük bir salgın ile mücade halindeyiz. Ülke olarak zor bir sınavdan geçiyoruz. Ama şurası çok net ki diğer ülkelere göre çok parlak bir karneye sahip durumda olan tek ülke Türkiye. Türkiye silaha değilde sağlık alanına yaptığı yatırımların meyvelerini topluyor diyebiliriz. Hastalığı dikkate alıp bu konuda Avrupa’da ilk önemli adımı atan konumda bulunan Türkiye müdahale anlamında dünyaya ders veriyor desek haklı bir söylemde bulunmuş oluruz.
Son olarak. Evinden, çoluğundan çocuğunundan uzakta, ölümle yanyana ölüme karşı savaşan doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız; çöplerimizi toplayan, bakkallar, marketleri boş bırakmamak için uğraşan görevlilerimiz; asker-sivil tüm Emniyet güçlerimiz, biz evde oturabilelim ve yaşayabilelim diye kendi canını her gün tehlikeye atan insanlarımız... Sizler yaşarken tarihe geçtiniz, yaşadığımız 2. Mili Mücadele’nin fedakar kahramanları sizlersiniz.
Muhsin Ertürk Budak