Kars: Kış Güzeli, Onu ilk kez Kars’ta, zorlukla tırmandığım bir kayanın üzerinde gördüm. Kayanın bulunduğu Kağızman’ın Camuşlu köyüne benden 12.000 yıl önce gelmişti! Yanında 77 geyik, 13 dağ keçisi ve başka hayvanlar vardı. Bir avcıydı, ama kayanın parlak yüzüne hayvanlarla birlikte kendi resmini de çizince, bir tarih öncesi ressamına dönüştü. Şu günlerde kış buzdan nefesini ağır ağır Kars’ın tepelerinde dolaştırırken, rüzgârda savrulan kar tanelerinin inatçı bir sessizlikle üzerine konacağı resimleri düşünüyorum.
Kar kristalleriyle yavaş yavaş örtülecek olan geyiklerin, dağ keçilerinin ve avcının resimlerini… Kars’a gelenler, Kars’ta kalanlar ve Kars’tan gelip geçenlerin arasında onlardan haberdar olan ne kadar az insan var. Ama biliyorum, Kars’ta yeni doğum yapmış annelere “hasıta” denen muhallebiler yapılmadan, semaverlerin altı yakılmadan, tandır fırınlarından sıcacık ekmekler çıkarılmadan önce bu topraklarda yaşadı o. Peynir pazarının kepenkleri açılmadan, kazlar sürü sürü evcilleştirilmeden, çocuklar aşık kemikleriyle oynamaya başlamadan binlerce yıl önce. Şimdi de ben onun topraklarındayım bir kez daha, bir kış mevsiminde.
Şair Cemal Süreya, Kars Kalesi’nin heybetiyle gökyüzünü hırpaladığını söyler, yalnızlık duygusunu azalttığını da… Belki de bu yüzden, ben Kars’a her gidişimde ilk iş olarak Taş Köprü’yü geçip kaleye tırmanırım. Temelleri Urartular zamanında atılan bu kaleden aşağıdaki kente bakmak Kars’ı tanımaya başlamanın anahtarıdır bence. Kışın buradan melankolik görünür Kars, yazın ise siyah ve değerli bir taş gibi parlar.
Aşağıda Havariler Kilisesi ya da diğer adıyla Kümbet Camii ve eski hamamların ötesinde, St. Petersburg’un “ızgara tipi” kent planını anımsatan caddeler uzanır. Baltık mimarisinin izlerinin hâlâ görülebildiği sokaklarda, 1877’den sonra yapılan Rus binaları dizilidir. Çoğu resmî kurumlara tahsis edilen; üniversite, otel ya da mağaza olarak kullanılan bu binalar Kars’ın mimari dokusunu Türkiye’deki diğer kentlerden farklı kılar.
Ebu’l-Hasan Ali el-Harakâni
Kaleden inip Ebu’l-Hasan Ali el-Harakâni’nin türbesine doğru gittiğinizde, günlerden cuma ise içinin dolup taştığına tanık olursunuz. “Nimetlerin en lezzetlisi, çalışarak elde edilendir.” diyen Harakâni’nin İbn-i Sina’dan Gazneli Mahmud’a, hatta Mevlâna’ya kadar çok kişiyi etkilediği söylenir. Karslılar onu ziyaret etmeyi hiç aksatmazlar; bir dilekleri varsa, kalpleri duada, onun yanına giderler. Merkezden uzakta, şehitlerin anısına dikilmiş Sarıkamış Anıtı’nın önünden geçen yolcular da öyle yaparlar, arabalarını durdurup şehitler için dua etmeyi unutmazlar.
Sarıkamış Kayak Merkezi
Kars’a 56 kilometre uzaklıkta Sarıkamış. Bir kış sevdalısı, çünkü ilk karla birlikte buraya kayakçılar geliyor. Türkiye’nin en güzel kayak merkezlerinden birine sahip. 2 bin 634 metre yükseklikte kurulu Sarıkamış Kayak Merkezi’nin pistlerini çığ tehlikesinden sarıçam ormanları koruyor. Dokuz pisti var ve bunların toplam uzunluğu 25 kilometreyi buluyor. İri kar taneleriyle kaplanan bu pistler Alpler’i aratmıyor.
Sarıkamış’ta bir de “Çılgınlar Pisti” var! Yüzde 28’lik eğime sahip olduğundan kayakçıların bu adı taktığı Karanlıkdere Pisti, yalnızca çok usta kayakçılar için. Kayaktan uzak duranlar Sarıkamış’ta kızaklı gezilere katılabilir ya da dinlenme kafelerine telesiyejle çıkıp keyif çatabilirler. Ağaçlar arasında uluslararası standartlarda işaretlenmiş parkurlarda yürüyüş yapmak da bir başka seçenek.
Ani Harabeleri
Kars’a gelen hiç kimse merkeze 47 kilometre uzaklıktaki Ani’ye uğramadan edemez. Kışın beyaza kesse de Kars-Ani yolu, ilkbaharda çiçeklerle, tarla kuşlarıyla, otlanan ve yanlarında taylarını dolaştıran atlarla, kovanlarını dizen arıcılarla doludur. Kar kızıla çalan taşlarla yapılmış anıtların üzerine inmeye başladığında Ani görülesi bir manzaraya bürünür. Kars aslansa eğer, Ani de onun yelesidir! Aslanlı Kapı’dan geçip surlardan içeri girdiğinizde nasıl bir yere geldiğinizi hemen anlarsınız.
Büyük bir bölümü harabeye dönmüş olan Ani, Büyük Katedrali, Manuçehr Camii, Tigran Honents ve diğer kiliselerindeki süslemeleri, Aziz Prkich Kilisesi, Arpaçay’ın kıyısındaki Bakireler Manastırı, yıkık da olsa İpek Yolu Köprüsü, surları, mağaraları ve diğer yapıları ile göz atılarak gezilecek bir yer değil. Adım adım dolaşılacak bir yer. Ani’yi iyi bir rehberle gezmekte yarar var. Büyük Katedral’in içinde durup başınızı yukarıya kaldırdığınızda tavan boşluklarından ve pencerelerden yüzünüze döne döne inecek kar taneleri size şöyle fısıldar: “Kars’ın hükümdarı, uzun kış mevsimi boyunca biziz. Ama sonra bahar çıkagelecek, biz topraktan çekileceğiz. Sen de buradan yalnızca maviliğin içinde uçan gökyüzünün elçileri kırlangıçları göreceksin!”
Kars Peyniri
Kars’ın peyniri ünlüdür. Ufuk Kamber, o yüzden Kars için “Beyaz peynirin yenik düştüğü kent” der. Yine de peynirler arasında kırgınlık olmaz. Kars’ı dolaşırken göreceğiniz marketlerin camlarına asılı kocaman harfli yazılar bunun kanıtı gibidir: “Kars Kaşarı, Kars Gravyeri, Kars Tulumu, Kars Çeçili, Kars Saçağı bulunur”. Kentte peynirle yarışan bir başka yiyecek de kaz etidir. Kars’ın ilçelerine yolunuz düşerse, ellerinde değneklerle kaz sürülerini kümeslerine götüren küçük çobanlar görürsünüz.
Kaz, Kars’ta bir kümes hayvanından öte, geleneğin bir parçasıdır. Sonbaharda kazlar bir ay kadar dane ile beslenip iyice yağlandırılır. Karın yağdığı ilk günler kesim zamanıdır. Kesilen kazlar temizlenir, tuzlanır ve kurutulur. Köylerde herkes aynı gün kaz eti pişirir. Elbette öyle yapmalı, yoksa komşunun da canı çeker! Hoş, çekse de komşu payı her evde hazırdır. Özellikle kaz ciğeri revaçta olsa da Karslılar kazın en küçük parçasını bile israf etmeyecek kadar değerini bilirler. Etinden çeşit çeşit yemek, tüyünden yastık yorgan, teleklerinden çocuklar için oyuncak düdük yapılan kazlar, kışın soğuktan korunmaları için evlerde ya da kaz damı olarak tabir edilen yerlerde barındırılır.
Kars’da Kış
Kış, Kars’ın ruhunu anlamak için iyi bir zaman. Doğanın zor koşullarına direnmeyi sağlayan sertlikle iç dünyasındaki melankolinin, inatla sevecenliğin bir bileşkesi olan Kars, yıldızların gittiği kenttir aynı zamanda. Nereden mi biliyorum? “Kars’a gitmeden Kars demişim. Kars’ı görmemiştim ama, Kutu Deresi’ni, Erzincan’ı, Spikor Dağı’nı, Doğu Anadolu faunasını, yolları az çok biliyordum. Bu bir açıklama olabilir mi? Akşamları eve doğru, beş yaşında ve annemin elinde fener yürürken, yıldızlar Kars’a doğru gidiyordu sanki…” diyen Cemal Süreya’dan. “Yunus ki süt dişleriyle Türkçenin / Ne güzel biçmişti gök ekinini” diyecek kadar Anadolu kültürünü seven şair, görmeden şiirini yazdığı Kars’a gitme şansını Paris dönüşü bir teftiş turnesinde yakalamıştı.
Şimdi soruyorum: Siz de kendi şansınızın peşinden koşup kar yağarken neden Kars’a gitmeyesiniz? Neden geceleri sarı loş ışıklı sokak lambalarının aydınlattığı Kars sokaklarında yürümeyesiniz? Neden o güzelim soğanlı mantı hıngelin tadını kaşık kaşık çıkarmayasınız? Mercimekli-patatesli erişte, omaçlı helva, kaz ciğeri, elma dolması ne güne duruyor? Neden “Âşıklar Kahvesi’nde, bir yandan közde demlenmiş çayınızı yudumlarken diğer yandan âşıkların ellerinde sazlarla atışmasını seyretmeyesiniz? Hatta bir söz cambazı gibi dilleri üzerinde yürüttükleri hiciv dolu dizelere ağız dolusu gülmeyesiniz? Kars kar altında, işte sizi böyle bekliyor.