Azerbaycan tarihinde 31 Mart’ın önemli bir yer tutuğu yönünde kaleme aldığı yazısını Kars kamuoyu ile paylaşan Prof. Dr. Hacali Necefoğlu’nun yazısı şöyle:
Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar ALİYEV’in 26 Mart 1998 tarihli Fermanı ile 31 Mart – Azerbaycanlıların Soykırımı Günü olarak ilan edildi. Bu Ferman XX. yüzyılda Azerbaycan Türk halkına yönelik soykırım cinayetinin bu günki ve gelecek nesillerde milli hafızanın oluşturulması, tüm dünyada bu faciaya siyasi ve hukuki kıymet verilmesi açısından önemli bir belgedir.
1918 yılının Mart olayları, tarihimizin en kanlı sayfalarındandır. Bolşevik– komünist bayrağı altında birleşmiş Ermeni çeteleri, Bakü’de, Nahcivan’da, Guba’da, Gusar’da, Şamahı’da, Lenkeran’da halkımıza çok büyük zulümler yapmışlardır. Tarih araştırmacılarının değerlendirmelerine göre sadece 29-31 Mart günleri arasında Bakü’de 20 binden fazla vatandaşımız katledilmiştir. Kıyımın yapılmasının başlıca sebebi Azerbaycan’ın bağımsızlığının karşısının alınması, Bakının mühim iktisadi ve siyasi önemi ile bağlıydı. Rusya için Bakı mühim ehemmiyet taşırdı. Bu, Lenin’in “Bakı petrol, ışıq ve enerjidir” sözlerinden de aydın görünür. Amma ermenilerin de kendi amaçları olmamış değildi. Stepan Şaumyan’ın aşağıdakı fikirleri Mart kıyımının yapılmasının iç yüzünü açıyor: “Bizim süvari desteye ilk silahlı hücum cehtinden bahane gibi istifade edip, bütün cephe boyu hücuma geçtik. Bizim 6 bin nefere kadar silahlı kuvvemiz vardı. Aynı zamanda Taşnaksütyun’un da 3-4 bine yakın milli desteleri vardı. Onların iştiraki iç savaşa milli kıyım karakteri verdi ve bundan kaçınmak mümkün değildi. Biz buna şuurlu olarak gittik. Eğer onlar Bakü’de zafer kazansaydılar, şehir Azerbaycan’ın başkenti elan edilirdi”.
Martın 30-da akşam saat 5-de Bakü’de ilk ateşler açıldı. Şehir Daşnaksütyun ve Ermeni Milli Şurası ve ermeni kilisesi Bakı Sovyeti’ni savundu. Ermeni askerleri gibi Bakü’deki Ermeni aydınları da Bakü Sovyeti tarafından dövüşe katıldılar.
Kitlesel kıyımlar süresinde Azerbaycan Türklerine ait sosyal binalar, milli simgeler ve kültür ocakları dağıtıldı. “Açık söz”, “Kaspi” gazetelerinin binaları, kendi faaliyetini bütün Güney Kafkas’a yayan, Azerbaycan Türklerinin sosyal hayatında mühim rol oynayan, maddi ve manevi yardımlarıyla meşhur olan Müslüman Hayriye Cemiyeti’nin yerleştiği “İsmailiyye” binası yakıldı, mescitler bombalandı. Meşhur Tazepir mescidinin minareleri tahrip oldu. Tazepir mescidine sığınarak, buraya penah getirmiş 500 neferin cesedi bu ibadetgahdan bulundu.
Nisan’ın 2’de gece yarıya kadar devam eden Müslüman soykırımında binlerle Azerbaycanlı Türk öldürüldü. Taşnak - Bolşevik cellatları çocuklara, ihtiyarlara bile aman vermiyordular.
Mart soykırımı zamanı Bakü’de 15-20 bin, Şamahı’da 7 bin, Guba’da isə 6 bin kişinin katledildiği tahmin ediliyor. Diğer Salyan, Navahı, Lenkeran, Kürdemir gibi kent ve köylerde de katliamlar yapılsa da, katledilen insanların sayı dakik bilinmiyorr.
Mart hadiselerinin tahlili gösteriyor ki, Müslümanlara karşı mücadelede siyasi mensubiyet gözetmeksizin tüm Ermeniler birleşmişti. Şöyle ki, Mart kıyımı dini ve etnik mensubiyete göre bir halkın kitlesel soykırıma maruz kalması idi. 1918 yılının Mart ayında Bakü’de yapılanlar Azerbaycan halkının tarihinde en büyük soykırım oldu.
Bu kırgın ve sürgün politikası, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun, “Kafkas İslam Ordusu” adıyla, 1918 Mayıs’ında Azerbaycan’a gelmesiyle durduruldu.Yaklaşık dört ay süren bir askeri harekâtla tedhiş sona erdirildi. Sahip olduğu zengin petrol yatakları sebebiyle Rusların göz koyduğu Bakü, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edildi. Bugünkü Azerbaycan’ın siyasi sınırları da o tarihte çizildi.
Ancak, 1920 yılında tüm Kafkas bölgesi, Bolşevik Rusya’nın yönetimi altına girdi. Ermeniler bu dönemde de etkin konumlarını sürdürdüler. Ermenistan’ın sınırlarının asıl genişlemesi de bu dönemde gerçekleşti. Öyle ki, 1920’lerde başlayıp 1980’lere kadar geçen süre içerisinde Ermenistan, Azerbaycan toprakları aleyhine üç kattan fazla genişleyerek, ilk kurulduğu yıllardaki 9 bin kilometrekareden bugünkü 29 bin kilometrekarelik alana ulaştı. Zaten, daha ilk fırsatta, 1920-21 yıllarındaki yeni sınır düzenlemelerinden yararlanarak, Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki Zengezur ve Göyçe bölgelerini topraklarına kattı. Böylece, Azerbaycan’ın Nahçıvan, dolayısıyla Türkiye ile olan coğrafi bütünlüğü ortadan kalktı, ülke bugünkü parçalı halini aldı.
Sovyet hâkimiyeti kurulduktan sonra üç yıl sonra, Karabağ’ın dağlık kısmının Ermenistan sınırlarına katılmasına karar verildi. Bu karar, uyandırdığı hoşnutsuzluk nedeniyle, ertesi gün Stalin’in de katıldığı bir toplantıda iptal edildi. Ancak aynı gün, yani 5 Temmuz 1923 tarihinde, bu arazi statüsü değiştirilerek, Azerbaycan sınırları içerisinde kalmak kaydıyla, özerk bölge haline getirildi.
Ermenistan, elde ettiği toprakları teknik bakımdan arındırma fırsatını II. Dünya Savaşı’ndan sonra yakaladı. Diaspora’nın da desteğiyle, 23 Aralık 1947 tarihinde SSCB Bakanlar Kurulu’ndan “Ermenistan SSC’den Kolhozcuların ve Başka Azerbaycanlı Ahalinin Azerbaycan SSC’nin Kür-Araz Ovalığına Göç Ettirilmesi Hakkında” bir karar çıkartıldı. Göyçe, Ağababa, Zengezur, Makalı gibi bölgelerde Türkler nüfusun %90’ını teşkil ediyorlardı. Bu ise, dönemin Sovyet politikası açısından riskli bir durumdu. Moskova, bunun için Ermenilerin isteklerine sıcak baktı, hatta destekledi.
Diğer yandan Ermeniler, 1948’den 1953 yılına kadar geçen sürede yüzlerce insanı Azerbaycan’a göndererek, Azerbaycan Türklerinin “Batı Azerbaycan” olarak adlandırdığı bugünkü Ermenistan’ı Türklerin azınlık olarak yaşadıkları bir bölge haline getirdiler. Türklerin boşalttığı yerlerin adları da hemen değiştirilmeye başlandı.
Ermenistan’ın Türklerden tamamıyla temizlenme süreci ise Mihail Gorbaçov’un SSCB Komünist Partisi Genel Sekreterliğine gelmesi ile tamamlandı. Ermenistan’ın 170 ayrı yerleşim yerinde yaşayan 250 bin civarında Türk, 1988 Kasım ayının 20’sinden itibaren 15 gün içerisinde yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan, planlı bir şekilde ve zorla sürgün edildiler. Bu son olay, bugünkü Dağlık Karabağ ve “Kaçkın-Mecburi Göçkün” olgusunun ana sebeplerinden biriydi. Çünkü bugünün ilk “kaçkınları”, Ermenistan’dan sürgün edilenlerdi.
Diğer yandan, bu etnik temizlik ve Karabağ’ın dağlık kısmının Ermenistan’la birleştirilme çabalarına, her geçen gün kitleler halinde Azerbaycan’a gelen insanların çok zor şartlar altında çadırlarda, tren vagonlarında yaşama görüntüleri eklenince, Azerbaycan kamuoyunda, Ermenilere ve önlem almayan Sovyet yönetimine çok ciddi bir tepki oluşmaya başladı. Nihayet 17 Kasım 1988’de Azatlık Meydanı gösterileri başladı. Yüz binlerce insanın katılımıyla gerçekleşen bu gösteriler, kısa zamanda organize bir halk hareketine dönüştü. Gösterilerin önünü alamayan Sovyet yönetimi ise çareyi askeri müdahalede buldu ve 20 Ocak 1990 gecesinin o meşum olayları meydana geldi. Çeşitli istikametlerden giren Sovyet tankları, kurulan barikatlar önündeki insanları ezerek, çevreye ağır silahlarla ateş yağdırarak Bakü’ye girdi. Olaylar sırasında onlarca sivil hayatını kaybetti. Bütün bunlara rağmen, Azerbaycan’daki protesto hareketleri güçlenmesini sürdürdü ve Sovyetler Birliği’nin çözülmesi yolunda en önemli etkenlerden biri oldu.
Öte yandan Ermeniler Karabağ’ın dağlık arazilerini Türklerden boşaltma faaliyetlerini hızlandırdılar. Buna direnen halkla, Ermeni silahlı birlikleri arasında sıcak çatışmalar başladı. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonlarında dağılması ile çatışmalar iyice alevlendi.
Karabağ savaşlarının en dramatik sahneleri, Hocalı şehrinde yaşandı. 1992 yılının Şubat ayının 25’ini 26’sına bağlayan gece, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri ile Dağlık Karabağ’daki Ermeni milisleri, SSCB’nin Hankendi’nde yerleşen 366. Motorize Alayı’nın da katılım ve desteğiyle Hocalı şehrinde büyük bir saldırı başlattılar. Bir gece içerisinde 613 sivil öldürüldü, 1200’den fazla insan da esir alındı. Öldürülenler ve esir götürülenler arasında, 1989 yılında Fergana olaylarından kaçarak, Hocalı’ya gelip yerleşen Ahıskalı Türkler de bulunuyordu. Bu rakamların birkaç bin kişinin kaldığı düşünülürse, trajedinin boyutları daha iyi anlaşılır.
Karabağ savaşları süresince 20 binden fazla Azerbaycanlı hayatını kaybetti, 4866 insan esir ya da kayıp düştü, 100 binden fazla insan yaralandı ve yaralıların yarısından fazlası sakat kaldı. Bu sırada, Azerbaycan’ın %20’sine denk gelen 17 bin kilometrekarelik toprağı işgal edilmiş; 900 yerleşim yeri, 131,000 civarında ev, 1025 okul, 798 sağlık merkezi, 1,500 kültürel mekân, 12 müze, 9 saray tahrip edilmiş ya da yakılmış, müzelerdeki 40000 civarında tarihi eser talan edilmişti. Bu arada, 927 kütüphanede bulunan on binlerce kitap ve el yazması eser de yok edilmişti.
Ermeniler, ateşkesin ilan edildiği 1994’ün 12 Mayıs’ına kadar Karabağ’ın dağlık kısmının tamamını ve etraftaki yedi şehri ele geçirmişlerdi. Buralarda yaşayan 700 bini aşkın Azerbaycan Türk’ü, yerlerini terk ederek, iç bölgelere göç etmek zorunda kalmıştı.
2020 yılına kadar Azerbaycan’ın bu sorunu barışçıl yolla çözme çabaları karşı tarafın inatçı mevkii yüzünden boşa gitti. Nihayet, Ermenistan tarafının Karabağ’daki temas hattında gerçekleştirdiği bir sıra provokasyonlar sonucu 27 Eylül’de Azerbaycan Ordusu karşı saldırıya geçerek, işgal edilmiş topraklarını kurtarmak için operasyon başlattı. Başkomutan İlham Aliyev’in komutasında 44 gün süren ve Azerbaycan Ordusunun mutlak zaferi ile sonuçlanan Vatan Savaşı, Azerbaycan halkının nelere kadir olduğunu dünyaya gösterdi. Azerbaycan halkının azmi ve iradesi, iktisadi gücü, çağdaş ordusu ve milli dayanışması bu zaferi temin eden önemli göstergelerdir.
Ermeni şoven milliyetçilerinin halkımıza karşı revanşist faaliyetleri halen devam etmektedir. Siyasi-ideolojik tahribat ve dezenformasyon alanında zengin tecrübeye sahip Ermeni milliyetçi ideologları ve yurt dışındaki Ermeni lobisi ülkemize ve halkımıza karşı garezli ve hileli yöntemleri kullanarak uyduruk savlarla dünya halklarını şaşırmağa, XX. yüzyılda yaptıkları katil ve işgalleri unutturmağa çalışıyorlar.
Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev işgalden kurtarılmış Terter kentinde Nevruz bayramı münasebetiyle Azerbaycan Halkına müracaatında şöyle diyor: “İkinci Karabağ savaşının sonuçlarını kimse yaddan çıkarmasın. Yeni gerçeklikleri her kes kabul etmelidir. Bizim topraklarımızın 30 yıl arzında işgal altında olmasını kimse unutmamalıdır ve gelecek barış anlaşması için bu önemli amiller her kesin beyninde olmalıdır. Çünkü biz bazı hallerde görüyoruz, sanki hiç savaş olmamış, sanki işgal olmamış, sanki Ağdam’ı “Kafkas’ın Hiroşima’sına” döndüren olmamış. Bunu unutmak ve bize unutturmak istiyorlar. Bu, hiç zaman olmayacak. İşgal gerçeklikleri, savaş gerçeklikleri, savaş sonrası gerçeklikleri barış görüşmelerine yansımalıdır ve yansıyacak”.
31 Mart - Soykırım Kurbanlarını Anma Günü’de Azerbaycan’da soykırım kurbanlarının hatırasını ihtiramla yad ederken, 31 Mart gününün Türkiye’de de resmi olarak Soykırım Kurbanlarını Anma Günü ilan edileceğine inandığımı belirtmek isterim. Soykırım Kurbanlarını Anma Günü’nde 1918 yılında halkımızı faciadan, mahvolmaktan kurtarmış Nuri Paşa timsalinde tüm Anadolu Türk halkına minnettarlığımı bildiriyor, Azerbaycan topraklarında canlarını feda etmiş Mehmetçiklere Yüce Tanrıdan rahmet diliyorum.